uykusuzlara hayatta kalma rehberi

2 Haziran 2010 Çarşamba

çizgi roman yapmak #4 / çizerin özgürlüğü



uykusuzdaşlarım!

çizgi roman senaryonuzu yazarken boş sayfalara diyalog yazmak hoşunuza gitmiyorsa, her sayfayı tek tek tasvir edip çizere işkence haline gelecek şekilde milimetrik triplere girmek istemiyorsanız. stan lee, jack kirby gibi abilerimizin kullandığı gibi yabancı diyalarda "plot script" denen ama adı geçen abilerimizin etkisiyle marvel sytle (marvel sıtayla eheh) ismi verilen yöntemi size önerebilirim.

bu yöntemde yapmanız gereken çizgi romanın hikayesini çok fazla diyalog eklemeden sayfalara bölere anlatmak. örneğin 1. ve 3. sayfa arasında osman sıkışmış köprü trafiğinde arabasının içinde radyo dinlemektedir. ancak bir anda gökyüzünden devasa bir ateş topu köprünün ortasına düşer. 4. ve 8. sayfalarda bu ateş topunun aslında bir uzay gemisi olduğunu görürüz ve içerisinden yeşil başlı gövel ördekler çıkarak insanların beyinlerini emmeye başlarlar. 9. ve 15. sayfalar arasında osman'ın aslında bir süper kahraman olduğunu görürüz ve yeşil başlı gövelördekler ile arasında muazzam bir savaş başlar.

böyle bir senaryo yazdıktan sonra bir daha hiçbir şey yazmamam gerekir aslında. ama sadece rasgele örnek vermek istedima ama sanırım ben olaydan feci şekilde soğudum. oehh. ama size daha gerçek bir örnek vermek isterim.şu linki takip edin;

http://homepage.mac.com/dmcduffie/site/SpiderMan1.html

senaryonuzun uzunluğu konusunda kimsenin bir itirazı yok tabiki; her şeyi tek sayfaya sığdırabileceğiniz gibi çok daha uzun bir senaryo yazabilir, diyalogları senaryo da aktarabilirsiniz. ama gelenek diyalogların sonradan aktarılmasıdır.

evet dc ve marvel yöntemlerine kısaca göz atmış olduk. tabi bunlar sadece genel hatlar. yöntemleri doğrudan kullanabileceğiniz gibi bunları istediğiniz gibi karıştırarak kendi yönteminizi ortaya çıkarabilirsiniz. her şey çizerinizle diyaloğunuza bağlı. sonuçta amatörsünüz bunun gücünü kullanın!

bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

10 Nisan 2010 Cumartesi

tarihin durduğu yerdeyim şimdi...

şarkı sözünden aparma başlıkların dayanılmaz iticiliği altında kalmadan başlamak zor bu yazıya ama kelime oyunlarını sürdürdükçe konuyu dağıtarak bunu başarabileceğimi hissetmeye başladım. şimdi uykusuzdaşlarım sabaha doğru ilerlediğimiz şu saatlerde zamanın akmadığını hissederiz. yani hissederim ben bazen eminim sizde de benzer duygular oluyordur elbet zaman zaman.

hatta bu durum günlük hayatta da benzer algılara sebep oalbiliyor. mesela zamanın hiç akmadığı hatta ezelden beri aynı "an" içerisinde yaşadığımız hissiyatı çok sık sarabilir bünyelerimizi. kapitalist düzenin bizleri ittiği rutinlerimizde bireysel "özgürlüklerimize" kavuşmak içinit gibi çalışırken ezelden beri aynı şeyi yapıyormuşuz gibi hissedebiliriz. bir dönem manavda part time çalışırken bile bazı zamanlar asla elma ve göbek marul kasalarından kurtulamayacağımı düşündüğüm anlar oldu. tamam çok kısaydı ama oldu... gariban ablamın çalıştığı çağrı merkezi eminim aynı şeyleri ona da yapıyordur. veya bu satırları okuyan sizlere. hımm yani umarım oralarda bu satırları okuyan biri vardır eheh. en azından kimse okumasa da bir gün kayıp uygarlığımızı araştırmaya gelen uzaylıların üstün teknolojileriyle harap olmuş disklerden benim yazılarıma bir şekilde ulaşıp analiz etmeye çalıaşcaklarını düşünüyorum. oeeh.

neyse, bu rutine saplanma duygusu ve yarattığı ezelilik hissiyatı düşüncelerimize de sızıyor. mesela günümüzün bireyci insanı yüzünden insanoğlunun ezelden beri bencil olduğunu düşünebiliyoruz. ama biraz kendimizi silkeleyince tarih yanıldığımızı gösteriyor. aynı şekilde ezelden beri kapitalist üretim ilişkileriyle yaşadığımız yanılsaması da kafalarımızda oluşabiliyor ama aslında bizim başımıza tek gelen tarihin en rezalet zaman diliminde dünyaya gelmemiz... yinede bence olumlu olmaya çalışmak lazım. en azından hastalığı biliyoruz bize gereken onu oradan atacak usta bir cerrah ve iyi bir neşter.

bu arada şarkı mor ve ötesi nin "yardım et" i... günaydın dostlar...

5 Nisan 2010 Pazartesi

öğrencilere açılan soruşturmalar

afiş astığı için, masa açtığı için üniversitede kendisine soruşturma açılan arkadaşlarım var benim. ve maalesef bu arkadaşlarım bu soruşturmalar sonucunda muhtelif cezalara çarptırıldı. 1 yıl okuldan uzaklaştırılma gibi mesela... yani çok ağır cezalar.

şimdi başa dönelim ve afiş asmanın nasıl bir tehlike olabileceğini düşünelim. muhalefet etmenin zararsız bir yolu aslında; zaten kulüplerin veya saçma sapan şirketlerin absürd afişleri duvarlarımızı süslüyor ama siyaset yapmak yasak. ha sakın bana ama onlar siyasi değil demeyin, ekonomik olan her şey siyasidir. işletme topluluğu şirketleri okula satıp bizi onlara pazarlıyorsa bunun siyasi olmadığını iddia edeni ıslak sopayla döverim. devrimci şiddet. eheh saçmalama. tamam abi.

işte bu siyasi konjonktürde (bu kelimeyi bir yazıda kullanmış olmanın haklı gururunu yaşıyorum şu anda) muhalefet etmenin tek yolu afişler asmak, masalar açıp öğrencileri bu neoliberal saldırıya karşı örgütlemektir sevgili uykusuzdaşlarım. gel gör ki bu durum okul yönetimleri tarafından yasadışı veya uygunsuz bulunuyor ve bunları yapan öğrenciler soruşturmalarla cezalarla yıldırılmaya çalışılıyor. son olarak anadolu üniversitesi' nde afiş okumak bile yasaklanmış durumda. olay bu kadar vahim noktalara gelmiş durumda.

eh isyan etmek lazım sanki.

3 Mart 2010 Çarşamba

çizgi roman yapmak #3 / detaycı yazarın histerik düşleri




şimdi uykusuzdaşlarım, yazı dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

iki tip senaryo yazım şeklinden ilkine yabancı diyarlarda full script derler. yani yazarın senaryodaki her şeyi hastalıklı bir biçimde yazmasıdır bu olay. yazar, her sayfadaki her kareyi tek tek betimler ve bu betimleme oldukça detaylıdır. karakterler ve çevre tek tek tasvir edilmiştir. bu işi yapan yazarlardan en ünlüsü alan moore olsa gerek. alan moore çizgi roman piyasasının en baba yazarlarındandır bir nevi tanrıdır. süper kahramanlar çağını bitiren ve bize onların gerçek yüzünü gösteren adamdır. yapıtları defalarca okunmayla ancak sindirilebilecek yazarlardandır. her yerinden öpüyorum alan her yerinden... (blog yazımında ertem şener tandansı)

her neyse; işte mr moore senaryolarını bu şekilde aşırı detaycı yazar. hatta bu kareleme olayındaki aşmışığının kanıtlarından biri de en büyük yapıtlarından watchmen'in karelemesinin baştan ve sondan simetrik olmasıdır. böyle de hasta ruhludur. detaycı yazarları severim. ben de nedense dostoyevski hissi yaratırlar. evet rus edebiyatının da hastasıyım. "suç ve ceza"'yı okurken bir yandan da kendi çizgi romanımı canlandırmıştım kafamda. konu dağıldı mı ne?

şimdi size konuyu daha iyi anlayabilmeniz için bir full script örneği vereceğim. aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. (the killing joke - alan moore ilk 12 sayfa)

http://fourcolorheroes.home.insightbb.com/killingjokescript.html

gördüğünüz gibi oldukça geniş ve rahat bir anlatımı var. bu adamın çizeri olmak istemezdim. tamam yalan söylüyorum isterdim. hatta bu adam olmak isterdim. deliriyorum galiba.

yani full-script olayında kısaca sayfadaki panel sayısını belirliyoruz ve ardından her panelin yani karenin içini teferruatlı olarak anlatıyoruz. aslında bu "teferruat" olayının uzunluğunu ve kısalığını çizerinizle tartışarak belirleyebilirsiniz. zaten amatör bir iş yapacaksınız ve bu kadar ağır bir yükün altına tek başınıza girmek ilk işinizde pek hoş olmaz...

alan moore olmasaydı size neil gaiman'ı örnek verirdim. o da güzel bir arkadaştır. gördüğünüz gibi amerikan çizgi roman sanayisinin selebiritilerini, süper starlarını örnek verecek kadar da yüzeysel bir insanım...

bir sonraki yazıda marvel way denen senaryo yazım şekline göz atacağız.

iyi sabahlar uykusuzlar...

2 Mart 2010 Salı

uykusuzun okuma rehberi

gözaltlarında kırmızı halkalar oluşmuş kardeşlerim!

bilirim ki bir uykusuzun ne olursa olsun en iyi dostu kitaptır; kitap en iyi arkadaştır. bir klişeyi daha sizlerden aldığım destekle gerçeklerken kendimden tiksinsem de sözün doğruluğuna katılmamanın elimde olmadığını söylemek isterim. ve yine bilirim ki en çok sıcacık yatakta uykusuz bir biçimde sabahlara kadar kitap okumayı seversiniz siz de... eskiden, gözlerim yaşarmadan belim ağrımadan bir kitabı bırakırsam kendimi iyi okumuş saymam, derdim. eh tabi insan olgunlaştıkça fikirleri de olgunlaşıyor haliyle. iyi bir okumanın daha başka bir şey olduğunun farkına varıyor. burada şu genç yaşımda vardığım sonuçları sizle paylaşarak uykusuzlar dünyasına ufak bir katkıda bulunmak isterim...

1) kalk bakayım o yataktan! yatakta kitap okuma olmaz, hem boynun ağrır belin tutulur. masaya geç şöyle.

2) masa boş olsun ama tamamen boş olmasın. küçük bir defterin ve renkli kalemlerin olsun. evet bunları kullanacağız.

3) okurken akıp gitmeyin beğendiğiniz yerlerde bi durun "vay be ne yazmış adamlar" diyin, sonra arkadaşlarınıza da okumak için hoşunuza giden yerleri yazın. arkadaşları boşverin kendiniz için yapın bunu.

4) hoşunuza gitmeyen yerleri de yazın. kendinize beyin fırtınası yaptırın. çoğu uykusuz, kişilik bölünmesinden muzdariptir. en azından okey oynayabilecek kadar bölündüm ben. eheh.

5) kitap bitince kitabı yazdıklarınızla birlikte yakın bir arkadaşınıza verin. aynısını onlar da yapsın sonraki gecelerde.. böylece yakın bir arkadaşınızla bambaşka bir iletişim kanalı açmış olacaksınız. hem de kitabı birlikte okuyacaksınız. fena mı?

6) kitabınızı ve defterinizi geri alın. eğer arkadaşınız vermekte isteksiz olursa sert bir cisimle kafasına vurun ve size ait olanları geri alın. orman kanunları evet. tabi bunu yapmadan önce biraz ısrarcı olun.

7) kitaplığınızı sevin, koruyun, okşayın. onunla konuşun. orada bir hazine yatıyor.

8) bir şeyleri maddelerle açıklamak insanı çok geriyor ve sevimsiz gösteriyor. hem emir kipi kullanmak falan hiç hoşuma gitmedi, uykusuz kardeşlerim. bir daha yapmam bunu, oh hayır bebek yapmam.

19 Şubat 2010 Cuma

jedi knight 2: jedi outcast

şimdi her gece üretken olamayacağınız için bazen kendinizi bir oyunun sizi pasifize eden köleliğine atmak isteyebilirsiniz. işte böyle anlar için size önerebileceğim oyunlar olacak bundan böyle. işte ilki;

ebleh zamanlarımda (çok uzun zaman geçmedi aslında) bilgisayar oyunlarını rasgele seçiyorken sadece star wars yazan poşetine aldanarak aldığım bir oyundu jedi knight 2: jedi outcast. ama bu kadar güzel bir oyunu keşfetmiş olmaktan yıllar sonra bile büyük gurur duydum (aslında gayet bilinen bir oyun).

oyunda daha çok ahmet isminde bir okey arkadaşına benzeyen kyle katarn adında eski bir jedi emeklisini oynuyoruz. tövbe etmiş ve güçle (the force) olan bağlantısını kesmiş. darth vader oyunun geçtiği zaman diliminde yaşıyor olsaydı, bu terbiyesize "i find your lack of faith disturbing" diyip gereken ayarı verirdi. ama kader utansın (force utansın). bu yüzden ışın kılıcımızda yok. hiçbir karizması olmayan ahm-yani kyle katarn ve yanındaki hafiften yazıldığı hatun kişi ile eski bir imparatorluk üssünü basarak oyuna başlıyoruz. işte sonra olaylar gelişiyor. yanında hafiften yazıldığı hatun kişi öldürülünce kyle katarn, türk filmi klişelerindeki gibi tövbesini bozup tekrar jedi olabilmek için jedi akademisine gidiyor. yani gerçekten ahmet olmaya daha yakın bir karakter kyle. bizden biri.

jedi akademisinde güçlerine tekrar kavuşup sonunda ışın kılıcına kavuşuyor ve esas oyunumuz bu noktada başlıyor. ışın kılıcına kavuşan kyle kılıcın karizması sayesinde sempatimizi toplamaya başlıyor ve ardından sevdiceğinin de canını alan bu sith gizemini çözmek için yola koyuluyor.

bir oyun bu kadar mı zevkli olur arkadaş? o ışın kılıcıyla stormtrooper kesmek duvarlarda yürümek, force kullanarak milleti sağa sola savurmak çılgınca bir zevk veriyor oyuncuya. hele bir de karşınıza gerçek bir sith çıkınca düello yapıyorsunuz ki oy oy oy. bu oyunu yapan ekip hakkaten işini biliyormuş. hani evin içinde vileda sopasıyla az koşturmadım bu oyun yüzünden. öylesine etkiliyor.

oyunun müzikler de direk star wars serisinden gelme bu yüzden ortam iyice şenleniyor.

star wars sevenler zaten oynamıştır ama hafiften ilgisi olup ta oyundan haberi olmayanlar mutlaka oynamalılar bu güzel oyunu. interneti biraz karıştırırsanız uygun ortamlarda linklerini bulabilirsiniz. benden söylemesi. gece gece başka ne yapacaksın arkadaşım otur oyun oyna işte. uykusuz dostum benim. hadi canım.

may the force be with you, young padawan.

18 Şubat 2010 Perşembe

arkadaşları mektupla taciz etmenin dayanılmaz çekiciliği

keşke 50 yıl önce yaşasaydım da insanlarla mektup vaıtasıyla iletişseydim diye geçiriyorum içimden bazen. düşünsenize ya, hafif sararmış kağıtlara, siyah mürekkeple inci gibi bir el yazısıyla yazılmış mektuplar okumanın zevkini başka ne verebilir? kağıdın zamanla birlikte yıpranan dokusu (yani sizinle yaşlanıyor mektubunuz da) sizi hüzünlendirmez mi? çok sevdiğiniz birinden gelen o yaprağın üzerinde dolaşan ellerin sıcaklığını, soğuk kağıt üzerinden hissetmek (dostane veya romantize) sizi avutmaz mı?

ne yazıkki yukarıda anlattığım gibi gerçek bir mektubu hiç almadım ben. eh yani bunlar benim hayalgücümün ürünü ama sanırım gerçek dünyada da pek farklı olmayacaktır. romantik biri olmaya başladım ya dünyanın çivisi çıktı demektir.

her neyse ben sadece elektronik ortamda mektuplar yazıyorum arkadaşlarıma, yoldaşlarıma. böyle elektronik ortam deyince çok ağdalı görünüyor ama bildiğiniz hotmail hesabımdan (para aldım bu kelimeyi söylemek için) gariban maillar yazıyorum. sonra da gönder tuşuna basıyorum o gece kimi şanslı gördüysem. ardından bir bekleyiş başlıyor, hani belki mektubuma cevap gelir diye ancak genelde gelmiyor bu cevaplar. çok yalnızım lan! ühühü.öhöm. yazmaya kıymet vermiyoruz belki, ben beceremem diyip başımızdan atıyoruz (veya beni başlarından atmak için böyle diyorlar). ama vefasız dostlara yazılsa da cevaplar gelmese de olayın kendisi başlı başına şahane bir şey.

yazmanın tadını hiçbir şey vermez!

şu blogu tutmak bile çok hoşuma gidiyor, insanlara mektuplar yazmayı da bu yüzden seviyorum. herkes mektup yazsa keşke, telefonlardan mesaj atılamasa, iki kelimeyle anlatmasak o gün başımıza gelenleri. muhafazakar mı olmaya başladım nedir? nerde bizim zamanımızdaki internet üstadım? ne diyorum lan ben?

öhöm. kısaca mektup yazmak güzeldir okurlarım. bakın aslında kimsenin bu dandik blogu okuduğunu da sanmıyorum ama bir umut yazıyorum işte. heves etmiş gençler kırmayalım dedik, gibi bir durum yani. mektup yazarken sahip olduğum psikolojideyim ama çok eğleniyorum. bu sadece bana özgü bir haz alma durumu değil inanın bana. kalıplarınızı kırıp (ay ben yazamaam) kendiniz gibi yazmaya başladığınızda siz de zevk alacaksınız. garanti veriyorum.

son olarak mektup atacak kimsem yok diyorsanız bana yazın güzellerim. bana da yazmıyorsanız (kimsin ki sen be?) kendinize yazın ama yeterki yazın. en pahalı terapiden daha iyi gelecektir. gerçi hiç terapi almadım ben. bilemedim şimdi. başım da ağrıyor zaten. uykusuzum. uykusuzsun.

çizgi roman yapmak #2 / bir hikayenin anatomisi

şimdi senaryo olayına giriş yapalım güzeller. yabancı diyalarda script derler buna ve ben de yabancı dil biliyorum. bunu gözünüze sokmak için paragraf bile yaptım hatta. öhöm.

iyi bir fikir buldunuz. öncelikle fikrinize konu olacak olayları kabaca bir zincir haline getirin. sonra bu zincirin içerisinde yer alacak karakterlerle oynamaya başlayın.kim bu adamlar ve kadınlar ve zaman zaman uzaylılar,zombiler, vampirler, ajdarlar vs ? bu sorulara cevap verirken sorularınızın öznelerine (hikayede anlatmayacak olsanız bile) bir geçmiş verin. bu geçmişin o karakterin psikolojisini nasıl değiştirmiş olabileceğini düşünün. bunu sağlıklı yapabilmek için bol bol okuyun. iyi bir senaryo yazarı olmak bol okumaktan geçer. kim mi söylemiş bunu? yahu klişe bi laf bu elbet zamanın birinde ünlü biri söylemiştir diye düşünmekteyim.

karakterlerinizle ilgili kısa notlar alın. çizerinizle bunu paylaşın. unutmayın siz ortaksınız,çizeriniz sizin altınızda maaşlı çalışan biri değil (sarp; uygun ücrete anlaşabiliriz?). ortak yaratıcılarsınız. amatörsünüz güzellerim amatör olmanın tüm avantajlarını ve güzelliklerini kullanın. birlikte yaratın karakterlerinizi ve böylece ayaklarının daha fazla yere basmasını sağlayın.

ardından kabaca planlamış olduğunuz olay örgüsünü kağıda ince ince dökmeye başlayın. hikayenin ne kadar uzun olacağına karar verdikten sonra format seçin. tek sayılık, one shot, mı? 3-4 sayılık bir limited serie mi? yoksa ucu olmayan ongoing bir proje mi? ingilizce bildiğimi söylemiş miydim?

bu ayrıntıyı da belirledikten sonra her sayının içereceği hikayeyi kısaca açıklayın. o sayıda oluşacak olayları kısa cümlelerle yazıp senaryo yazmadan önce kendiniz için bir tarif oluşturun. bir yol haritası. böylece ne yapacağınızı bilirsiniz.

ardından senaryo yazımına başlayabilirsiniz. bunun için temelde iki yöntem vardır ama varyasyonlarla bu çeşitler yığın yığın olabilir. zaten senaryonun nasıl olacağını çizerinizle olan iletişiminiz belirler. ortak bir dil ve format kurun.

yine de size klasik senaryo biçemlerini (biçem kelimesinin bir anlamı olduğundan emin değilim) anlatacağım bir sonraki yazımda. epey yararlı olacaktır. örnek bile vereceğim hem de. resimli resimli. eğleniriz he?

10 Şubat 2010 Çarşamba

çizgi roman yapmak #1

çizgi roman nedir, nasıl yapılır?

haydi uykusuz arkadaşlar bu sorunun peşinden giderek yaratıcılığımızı sanata bandıralım. çizgi roman sanatı ben de hep hor görülmüş, kıymeti yeterince bilinememiş hissiyatı yaratır ancak işin aslı dünyada epey saygın bir sanattır. mesela amerika'da yarım milyar dolardan çok daha büyük bir pazarı vardır. ama "paranın girdiği yerde sanat olmaz bilader" dediğinizi duyar gibiyim. haklısınız ama bu kadar büyük bir pazarda gerçekten sanat eseriniteliğine sahip eserler ortaya çıkıyor. e birde dünya pazarına baktığınızda yemede yanında yat hani.

peki ben nasıl bu dünyaya dahil olacağım derseniz size biraz daha bilgili olduğum amerikan pazarı konusunda bilgi vermek isterim. şimdi hazırladığınız projenin ilk 10 sayfasını, genel olaraközetini ve yaratım ekibi hakkında kısa bir özgeçmişi bir mail dosyası haline getirip yoluyorsunuz. oradaki güzeller bunu okuyup değerlendiriyor ve hoşlarına giderse projeniz kabul ediliyor ve bu dünyaya giriyorsunuz. en azından "image comics" te olay budur. submission sekmesi olur çizgi roman devlerinin web sitelerinde.bu tarz bilgileri ve iletişimi oralardan sağlayabilirsiniz.

şimdi gelelim işin teknik kısmına. çizgi roman nasıl yaratılır. genel konspet bir yazar ve bir çizerden oluşan ekibin yarattığı alamet-i farikadır. ama buna renklendirme, çinileme, konuşma balonlarını doldurankişi (eheh) falan katılır. böyle bir ekibiniz de olabilir. her neyse amatör insanlarız netekim.o yüzden bir çizer ve bir yazardan oluşan bir ekibe göre konuşalım.

ilk adım orjinal bir fikirdir. evet orjinal fikirler nerede bulunur? hangi ağaçta yetişir? en iyi ürünü nasıl alırız? hımm maalesef bu sorunun cevabı yok güzellerim. fikri ancak geldiği zaman anlarsınız.

fikirden sonra senaryo aşamasına geçem zamanı gelir. onu da bir sonraki yazıya saklayacağım.

20 Ocak 2010 Çarşamba

kendi kendine konuşan insanların laneti

biz uykusuzlar her ne kadar varlığımızı geceleri gerçeklesek te (bu cümlede ne anlatıldığı hakkında hiçbir fikrim yok) kimi zaman gündüzlere bulaşmak zorunda kalıyoruz. sosyal dünyanın parçası olmak zorunda kaldığımız bu çapraşık anlarda farklı farklı insanlara teğet geçiyoruz. ve evet bence bu çok eğlenceli birşey. her insanın suretinden bambaşka bir hikaye çıkarabilir, kendi yarattığınız bu kurgularla düşünce evreninizi esnetebilirsiniz. gözlem güzel bir spordur.

bu dış dünya insanlarından en çok dikkat çekenlerin listesinin yapmaya kalksam şimdi çok uzun sürer,canım sıkılır, yazmayı bırakırım kaparım lan bu blogu, yaparım bunu. öhöm. ama size içlerinden özel bir kısmını anlatmak istiyorum. sokakta kendi kendine konuşan insanlar.

hayır bir yanlış anlama yok, bu insanlar gerçekten sokakta kendi kendine sayıklayan insanlar. onları gördüğünüzde tanırsınız ve bu geçici bir kendi kendine alıp verme değil, dışavurmuş bir bilinçaltı. anlaşılmaz sözlerinden çıkarabildiklerinizi muhtemelen birleştiremezsiniz ama benim bir fikrim var. kendi kendi konuşan insanlar lanetlendiğimizin kanıtıdır. nasıl mı?

bir şeylerin ters gittiğinin farkındasınızdır, şüphesiz ki uykusuzlar bilinçli insanlardır ve günü geldiğinde (onlar)ödüllendirileceklerdir(uyk-i suresi). patlak veren cinnetleri, bunalımların (hayır ergen kız bunalımı diil ekonomik buhran) intihara sürüklediği insanları haberlerde görüyoruz. ve hatta aynı ekonomik bunalımları biz de yaşıyoruz günlük hayatımızda. bizi öfke nöbetine sokan günlük tersliklerde birbirimize yöneltiyoruz bu enerjiyi. gittikçe deliriyoruz dünya insanları olarak. ama bu öfkeyi bizi bu hale sokan sisteme değil birbirimize yönelttiğimiz sürece bir şansımız yok. her neyse, işte bu kendi kendine konuşan insanlar bu deliliğin aramıza karışmış garip tezahürleridir, bizi şaşırtan şey aslında kendi görüntümüzdür, üzerimize düşen kapitalizmin lanetinin totemidirler, sevgili uykusuzlar. tüm bu deliliğin içinde hala şaşırabilmemizse mucize olmalı.

ama bakmayın siz bu yazıya; mucüzeymiş , lanetmiş hepsi saçmalık. gerçek olan tek şey tüm bu cinnetin ya sonumuzu getireceği ya da gerçek bir delilikle tek bir gecede uyuyanları uykudan uyandıracağıdır.biz uykusuzlar mı? orada olacağız evet.

15 Ocak 2010 Cuma

rüzgara karşı yürüyen adam

biz çocukken babam bize hep şarkılar söylerdi. sonra bize de söyletirdi. sonra kafam biraz daha çalışınca öğrendim bu şarkılara söz olan şiirleri nazım hikmet'in yazdığını. sonra onun hikayesini öğrendim babamdan. e tabi biraz meraklı olunca kitaplıktaki eski, sayfaları açtığınız anda ayrılan nazım hikmet kitabını karıştırmaya başladım. "karlı kayın ormanında" şirinin tamamının daha hüzünlü olduğunu keşfettim.

tabi yeterince zaman geçince insan büyüyor, dünyası da büyüyor. biraz şiir biraz felsefe karışmış nazım şiirlerinden bu yüzden daha çok zevk alıyorsunuz.mesela "o duvar" şiiri ne kadar yalın ne kadar güzel anlatmıştır diyalektik materyalizmin kanunlarını. şiirden bir parça;

o duvar
o duvarınız,
vız gelir bize vız!..
bizim kuvvetimizdeki hız,
ne bir din adamının dumanlı vaadinden,
ne de bir hülyanın gönlü yakışındandır.
o yalnız
tarihin o durdurulmaz akışındandır.
bize karşı koyanlar,
karşı koymuş demektir:
maddede hareketin,
yürüyen cemiyetin
ezeli kanunlarına.
sükun yok, hareket var
bugün yarına çıkar,
yarın bugünü yıkar
ve bu durmadan akar
akar
akar
...

ama insan büyüdükçe hüzünleri de büyüyor. çocukken duyduğunuza masumane biçimde sizi ağlatabilecek olan şiirler büyüyünce kalbinizi de daha derinden yakmaya başlıyor.

...
çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler
...

tabi büyüdükçe cesaretleniyorsunuz da. nazım hikmet şiirleri de yüreğinizde kor olmuş cesareti kelimeleriyle yangına çeviriyor. kendinizi sokaklarda buluyorsunuz bir anda;

...
akın var güneşe akın
güneşi zaptedeceğiz;
güneşin zaptı yakın!
...

büyükdükçe aşık oluyorsunuz; aşık oldukça daha çok okuyorsunuz şiirleri. kendinizi satırlarda bulmak umuduna kapılıyorsunuz, nazım hikmet'in ellerinden çıkma.

...
Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki
Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben
Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken
Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim
Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim
Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.
...

nazım hikmet bugün 108 yaşında. o da büyüyor bizim gibi, büyüdükçe gölgesi de büyüyor, düşüyor kan emicilerin üzerine; nereye kaçacaklarını bilemeyen korkaklar onu değiştirmeye çalışıyorlar. nazım hikmet'i hoş bir şairmiş gibi hatırlamaya çalışıyorlar, onu siyasetten arınmış bir burjuva şairi konumuna indirgemeye çalışıyorlar. bir aşk şairi... şatafatlı akşamlarında, partilerinde birbirlerine okuyorlar onun şiirlerinden zararsız olanları. ama asla kopartamazlar zihinlerinde kalan korkuyu. çünkü bilirler ki, nazım hikmet en büyük düşmanlarıdır.

nazım hikmet büyüyor. mücadelesi büyüyor.

doğum günün kutlu olsun nazım hikmet!

...
biz bugünün kahramanı,
yarının
münadisiyiz.
bu durmadan akan,
yıkıp yapan
akışın
çizgilenmiş sesiyiz.
biz,
adımlarını tarihin akışına uyduran
temelleri çöken emperyalizme vuran,
yarını kuran
larız
o duvar
o duvarınız,
vız gelir bize vız!

14 Ocak 2010 Perşembe

çevir dönsün dünya!

geceleri uyuyamayan vampirden bozma insan kardeşlerim!

değerlendiremediğinizi düşündüğünüz saatleri renklendirecek ve sinirlendirecek bir olaydan bahsetmek istiyorum size. yabancı diyarlarda "juggling" diyorlar buna. bu işle uğraşanlara da "jonglör" diyoruz biz kendi aramızda diyecekken ozan insanı oradan lafa karışıp "abi biz ona yonglör" diyelim diyor. öyle karar veriyoruz. okulumuzda "yonglörler topluluğu" kuruyoruz. bu anlamsız isim altında toplanıp eğleniyoruz. ha juggling nedir onu söylemedim daha. alt paragrafa davet ediyorum sizi.

bildiğiniz top çevirmektir. ozan'ın da dediği gibi "çevir dönsün dünya!". 3 tane portakalla başlayabilirsiniz bu hobiye. ama ozan gibi bu işlerle uğraşan arkadaşlarınız varsa juggling için özel üretilmiş toplarla da uğraşabilirsiniz. topların fiyatları ilk duyduğunuzda abartılı gelebilir ama tüm gününüzü (bizim durumumuzda gecenizi) o toplarla geçirmeye başladığınızda bu para önemini yitirecektir. zaten 3 top çevirmeyi başardığınız ilk an duyacağınız hazzı kelimelerle tarif edemem. cümlelerle belki...

şimdi size yıldız teknik bünyesinde faaliyet gösteren ve dışarıdan katılıma açık topluluğumuzun adresini vereyim;

http://groups.google.com.tr/group/yonglor

ve bu da gece gece öğrenmeniz ve çalışmanız için güzel videolarla desteklenmiş bir site ve sitedeki ilk numara;

http://homepage.mac.com/abramr/juggling/tutorial/category/tricks/cascadelearning.html

burada 3 top çevirmeyi öğretiyor. alışınca diğer numaralara bakarsınız.

yarın topluluğumuz toplanıyor ama ozan'a ben gelmesem diyemiyorum.buradan onu da demiş olayım.

son olarak ozan'ın yani üstadımın bir tavsiyesi ile bitirmek isterim:

"önce düşürmeyi öğren ve ağzını kapat"

yakında ne demek olduğunu anlarsınız. hehhe...

13 Ocak 2010 Çarşamba

gece insanlarının manifestosu

insanlık tarihi günümüze dek gece gündüz ayrımının keskinliğiyle yaşandı. ancak artık gündüzün yüklediği sorumluluklara sırtını dönen ve günün büyük bölümünü geceye sığdıran insanların çoğaldığını görmemek imkansızdır. işte bu biriken insanların yarattığı kalabalık kendisini çok belli etmese de onları geceleri pencerenizden baktığınızda apartmanlarda yanan tek tük ışıklardan tanıyabilirsiniz. gece insanları yani uykusuzlar bu tek tük yanan ışıkları gördüklerinde gülümseyip bir selam çakarlar içten içe. bu iletişimsiz iletişim bir örgütlenmeye müsaade etmiyor gibi görünse de internet sayesinde gece insanları birbirlerini hızla bulabilmektedirler. işte bu okuduğunuz, her gecenin sonunda "yine sabah olmuş" diyenlerin manifestosudur.

1) gece insanları yaratıcıdırlar. çünkü geceler huzurludur ve gece insanları gündüzün rahatsızlıklarından muaftırlar. bu rahatlık insanların daha özgür düşünmesine ve bu özgürlük te yaratıcılığa sebep olur.

2) gece insanları üreticidirler. yaratıcılık kaçınılmaz bir biçimde üreticiliği yaratır. gece insanları üretimden gelen güçleriyle dünyayı değiştirme denemesinde bulunabilirler. ama muhtemel başarısızlıklarının sebebi üretimlerinin daha çok kafaya hitap etmesinden kaynaklanabilir.

3) gece insanları özgürdürler. üreterek kendilerini zincirleyen yabancılaşmayı kırarlar ve şeyleşmekten kurtulurlar.

4) gece insanları yalnızdırlar. zaten genelde ailenin kara koyunudurlar. geç kalkan işe yaramazlar olarak görülmeleri de olasıdır. bu sadece bir yanılsamadır.

5) gece insanlarının yalnızlığını kıracak olan internettir. interneti kullanmayı öğrenen gece insanları ürettiklerini paylaştıkça güçlenecekler, güçlendikçe çoğalacaklar ve yalnızlaşmanın, yabancılaşmanın baskıcı duvarlarını yıkacaktırlar.

dünyanın tüm uykusuzları; birleşin!